Subscribe to Updates
Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.
Yazar: admin
Anne kumru günlerce yumurtalarının başında yavrularının hayata gelmesi için sabırla beklemiş. Beklediği gün gelmiş ve yavruları yumurtaların kabuklarını kırarak hayata gözlerini açmışlar. Hayata gözlerini açan yavruların karınları da çok açmış. Anne kumru yavrularına yiyecek bulmak için yuvadan ayrılmış. Onun yuvadan ayrılmasını fırsat bilen minik kumru yavruları kendi aralarında oynamaya başlamışlar. Oyun oynarken kumru yavrularından biri ağaçtan aşağı düşmüş. Diğer yavru kumru kardeşini tutmaya çalışsa da başarılı olamamış. Ağaçtan düşen küçük kumru yukarı doğru bakmış ama ağaçtaki yuvasına çıkması mümkün değilmiş. Daha kanatları yeterince güçlü olmadığı için uçmayı da bilmiyormuş. Minik yavru kumru ne yapacağını bilemez haldeyken o sırada da bir…
Çok da uzak olmayan zamanlardan birinde kocaman ama çok büyük binaların çokluğundan ve yüksekliğinden neredeyse gökyüzünün görünmediği bir şehir varmış. Bu şehirde yaşayan Küçük Ahmet’i ailesi bir gün şehir dışına pikniğe götürmüş. Ahmet gördüklerine inanamamış. Her yer yemyeşil ağaçlarla doluymuş. Kuş cıvıltıları, tertemiz bir hava, ağaçların görkemli görüntüsü Ahmet’i çok etkilemiş. Annesine: “Neden şehirde hiç ağaç ve kuş yok?” diye sormuş. Annesi de: “Yavrum şehirde ağaç dikecek yer mi kaldı! Her yer beton eee haliyle ağaç olmayınca kuşlar da olmaz tabi.” diye cevap vermiş. Ahmet: “Peki ağaç nasıl dikilir anneciğim?” diye sormuş. Annesi de: “Ağaçların da kendi tohumları olur oğlum.…
Ormanın kıyısında bulunan köyde yaşayan küçük Ayşe çok sevimli ama biraz da yaramaz bir çocukmuş. Annesi ona evden uzaklaşmamasını özellikle de ormana kesinlikle gitmemesini söylese de o annesinin sözünü bir türlü dinlemiyormuş. Her gün ormanın kıyısına gidiyor ve orada dolaşıyor, koşuyor oynuyormuş. Günlerden bir gün yine ormana giden küçük Ayşe kanatları kocaman, rengarenk bir kelebek görmüş ve onu kovalamaya başlamış. Kelebek kaçmış Ayşe kovalamış derken ormanın derinliklerine doğru yol almaya devam etmiş. Bir süre sonra Ayşe etrafına bakındığında ise sık ağaçlardan başka bir şey olmadığını görmüş. İşte tam bu sırada annesinin kendisine söylediği sözler aklına gelmiş. Annesi: “Ormanda vahşi hayvanlar…
Yaz mevsiminin sıcak günlerinden birinde küçük Mehmet ve ailesi tekne ile denize açılmış ve tatil yapıyorlardı. Akdeniz’in masmavi sularında sakinliğin ve huzurun tadını çıkaran ailenin günleri neşe içinde geçiyordu. Havanın çok sıcak olduğu öğle saatlerinde kamaralarına çekiliyor ve biraz uyuyorlardı. Her zaman olduğu gibi annesi Küçük Mehmet’i uyuttuktan sonra kendi kamaralarına geçti ve uyudu. Ama aslında Küçük Mehmet uyumamıştı. Zaten uykusu yoktu ki neden uyuyayım ki diye düşündü. Annemler uyanana kadar kendi başıma oynarım diye düşünen Küçük Mehmet anne ve babasını uyandırmamak için sessizce teknenin güvertesine çıktı. Önce ne yapacağını bilemedi daha sonra ise babasının balık avlamak için kullandığı olta…
İnsanlarla hayvanların kardeşçe bir arada yaşadığı zamanlarda Sibel adında çok şirin ve tatlı bir kız yaşarmış. Sibel hayvanları çok seviyor ve zamanının çoğunu kırlarda koşarak ve hayvanlarla oynayarak geçiriyormuş. Bir gün yine koşup oynarken, dut ağacının yanından geçerken yapraklarında küçük bir tırtıl görmüş. Çok sevimli olan bu tırtılı dikkatle eline almış ve hemen eve annesinin yanına gitmiş. “Anneciğim bu küçük böceği daha önce hiç görmedim, adı ne bunun?” diye sormuş. Annesi: “Nerden aldın bunu yavrum? O bir ipek böceği, büyüyecek ve o çok sevdiğin kelebeklerden biri olacak.” demiş. Sibel: “Bu küçük şey nasıl kanatları rengarenk bir kelebeğe dönüşebilir ki?” diye…
Eski zamanların birinde daha doğduğu gün ailesini kaybetmiş, bunun için kimsesiz çocukların kaldığı yurtta kalan Buket adında bir kız çocuğu varmış. Esmer yanık tenli biraz da zayıf olan Buket 6 yaşındaymış. Yurtta kalan çocukları evlat edinmek üzere kimi zaman aileler geliyormuş. Ama onun zayıflığından mı, sessizliğinden mi bilinmez hiçbir aile onu istemiyormuş. Yaşıtları bir aile sahibi olurken o boynu bükük yurtta kalmaya devam ediyormuş. Buket aslında çok zeki bir çocukmuş. Henüz okula başlamamış olmasına rağmen okula giden arkadaşlarının kitaplarına bakarak ve onları dinleyerek okumayı yazmayı öğrenmiş bile. Arkadaşları bir bir aileler tarafından evlat edinilirken o da yurtta köşesinde sessizce oturuyor…
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde çok uzak diyarların birinde güzeller güzeli bir prenses yaşarmış. Beyaz teni, yeşil gözleri, narin bedeni ile bu prensese ülkesindeki bütün delikanlılar aşıkmış. Ama prenses hiçbirini beğenmiyor ve ömrümü yalnız geçireceğim galiba diye düşünüyormuş. Onun kimseyi beğenmiyor olması kral babasını üzüyormuş ama elinden de bir şey gelmiyormuş. Aşkı bulamayan kızının mutlu olması için her istediğini yapmasına izin veriyormuş. Bir gün prenses narin bedenine aldırmadan kral babasına ava çıkmak istediğini söylemiş. Kral babası: “Kızım sen avlanmayı bilmezsin üstelik çok da narinsin başına bir şey gelir.” dese de her istediğinin yapılmasına alışmış olan prenses onu dinlememiş. Hemen…
Çok uzak diyarlarda kış mevsimi geldiğinde yağmaya başlayan kar adeta ilk bahar aylarına kadar hiç durmadan devam edermiş. Bu durum ise doğada özgürce yaşayan geyiklerin, tavşanların, kurtların yiyecek bulmakta güçlük çekmelerine neden olurmuş. Kış geldiği için toprağıyla ilgilenemeyen çiftçi Tom vaktinin çoğunu evinde geçiriyor, hava çok soğuk olduğu için pek dışarı çıkmıyormuş. Günlerden bir gün çiftçi Tom’un küçük oğlu hastalanınca onu kasabaya götürmek için yola çıkmış. Yolda giderken gözüne açlıktan zayıflamış, kemikleri sayılmaya başlamış bir geyik takılmış. Geyiği o halde gören çiftçi Tom önceliği oğluna vermiş elbette. Onu kasabaya götürmüş, tedavisini yaptırarak evine geri dönmüş. Bu sırada ise aklı hep…
Şehirlerin büyük ve kalabalık olduğu bir ülkede insanlar doğa ile iç içe zamanlar geçirebilmek için mesire alanlarına gitmek zorunda kalıyorlarmış. Küçük Murat ve ailesi de bir gün mesire alınana gitmiş ve piknik yapmaya başlamışlar. Babası mangalı yakarken annesi de diğer hazırlıkları yapıyormuş, Murat da çevreyi keşfetmeye çıkmış. Annesi çok uzaklaşmamasını tembihlemiş olduğu için ailesine yakın yerlerde dolaşıyormuş. Bu şekilde mesire alanında dolaşan Murat gördüklerine inanamamış. Her yer adeta çöplükmüş, insanlar çok yakında büyük bir çöp kutusu olmasına karşın her şeyi etrafa atmışlar. O güzelim yeşil alan adeta bir çöp tarlası gibiymiş. Bu duruma katlanamayan Murat hemen annesinin yanına gitmiş. Ondan…
Uzak ülkelerin birinde geçimini balıkçılık yaparak karşılayan yaşlı bir adam varmış. Her gün kayığına biniyor, denize açılıyor ve akşam olana kadar balık tutuyormuş. Onun her gün aynı yere gelmesi ve bütün gün tek başına balık tutması bir martının dikkatini çekmiş. Sıcakkanlı ve konuşkan olan martı içinden: “Ben asla bu balıkçı gibi saatlerce yalnız kalamam ve konuşmadan duramam.” diye düşünüyormuş. Birden aklına gelmiş ya balıkçı da çok sıkılıyorsa ve konuşacak birini arıyorsa? Hemen gökyüzündeki süzülüşüne ara vermiş ve kayığa, balıkçının yanına konmuş. Balıkçı martıya bakmış ve: “Hayırdır, kendin balık tutamadın da benden mi balık istiyorsun?” demiş. Martı balıkçıya cevap vermiş: “Hayır…